NAKŞİBENDİLİK

Tasavvuf yolları, akaiddeki iki mezhep ve fıkıhtaki dört mezhep gibidir. İnsan, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’e uygun, sahih bir akîdeye sahip olmak için Eş‘arîler’e veya Mâtürîdîler’e; yine sahih bir amele sahip olmak için de dört muteber mezhep olan Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinden birine uyar. Yine Kur’ân’ın ve Sünnet’in emrettiği şekilde nefsini temizlemek ve kalbini selîm kılmak için de gerekli şartlara sahip olan Nakşibendiyye, Kâdiriyye ve Şâzeliyye gibi tarikatlardan birine müracaat eder.

Nakşibendî tarikatı Hazreti Ebû Bekir’e (radıyallahu anh) uzanan bir silsileye sahiptir. Bu vesileyle Sıddîkiyye ismini almıştır. Esasında Hazreti Ali’ye (kerremallahu vecheh) uzanan iki silsile ile Hazreti Ebû Bekir’e (radıyallahu anh) uzanan asıl silsile birleşmektedir. Böylece Nakşibendî silsilesi, Hazreti Ali ve Hazreti Ebû Bekir es-Sıddîk (radıyallahu anhümâ) yoluyla Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) bağlanır. Bu silsile Şeyh Muhammed Bahâeddin Şâh-ı Nakşibend (kuddise sırruhû) zamanında meşhur olmuş ve onun ismiyle isimlendirilmiştir. Farklı dönemlerde de “Sıddîkıyye”, “Tayfûriyye”, “Hâcegâniyye”, “Ahrâriyye”, “Müceddidiyye”, “Mazhariyye”, “Hâlidiyye” gibi kendi zamanında meşhur olan şeyhlerin isimlerine nisbet edilmiştir.

Şeyh Muhammed b. Abdullah el-Hânî (kuddise sırruhû) şöyle buyurmuştur:

“Nakşibendî silsilesinin tarihî süreçte birden fazla ismi olmuştur. Hazreti Ebû Bekir es-Sıddîk’tan (radıyallahu anh) Şeyh Tayfûr b. İsâ Bâyezîd-i Bistâmî’ye (kuddise sırruhû) kadar ‘Sıddîkıyye’ diye isimlendirilir.

Bâyezid-i Bistâmî’den âlimlerin önderi Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’ye (kuddise sırruhümâ) kadar ‘Tayfûriyye’ diye isimlendirilir.

Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’den bu yolun imamı, feyiz ve sirayet eden nurun sahibi Şeyh Bahâeddin Muhammed el-Üveysî el-Buhârî’ye (kuddise sırruhümâ) kadar ‘Hâcegâniyye’ diye isimlendirilir. Şah-ı Nakşibend’den Gavsü’l-âzam Hâce Ubeydullah Ahrâr’a (kuddise sırruhümâ) kadar ‘Nakşibendiyye’ diye isimlendirilir.

Hâce Ubeydullah Ahrâr’dan, sır ve manaları bir araya toplayan, ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed el-Fârûkî es-Sirhindî’ye (kuddise sırruhümâ) kadar ‘Nakşibendiyye-Ahrâriyye’ diye isimlendirilir.

İmâm-ı Rabbânî’den Şeyh Şemseddin Habîbullah Mazhar Cân-ı Cânân el-Hanefî ed-Dihlevî’ye (kuddise sırruhümâ) kadar ‘Mü- ceddidiyye’ diye isimlendirilir.

Mazhar Cân-ı Cânân’dan Mevlânâ Halid’e (kuddise sırruhümâ) kadar ‘Müceddidiyye-Mazhariyye’ diye isimlendirilir.”

Mevlânâ Halid’den (kuddise sırruhû) sonra da tarikat ihvanları ve istikamet ehli kişiler arasında bu yol için ‘Nakşibendiyye-Hâlidiyye’ ismi kullanılmıştır.

Nakşibendî tarikatının hakikati, sünnet-i seniyyeye tam bir bağlılıkla zâhir ve bâtında kulluğun devamlılığıdır. Kulun devamlı Allah Teâlâ’nın huzurunda olduğu şuuruyla bütün hal ve hareketlerinde; ibadetlerinde, davranışlarında ve ilişkilerinde bid‘atlardan hatta ruhsatlardan bile sakınmasıdır. Kulun namazdayken, Kur’ân-ı Kerîm okurken, zikirle meşgul iken, yiyip içerken, mesleğini yaparken, yalnızken ve başkalarıyla berarberken, konuştuğunda ve sustuğunda, dinç ve durgun olduğunda, hüzünlü ve sevinçli olduğunda kısaca hiçbir anında Allah Teâlâ’dan gafil olmamasıdır. Böyle bir kul güç, kuvvet ve kudretin, söz ve fiillerin ancak Allah Teâlâ’nın yardımı ve yaratması ile olduğunu idrak eder. Vaktini hüsrana uğrayacağı şeylerle zayi etmez. Nitekim âlimlerimiz şöyle buyurmuştur: “Zâhirin rızkı âzaların hareketiyle, bâtının rızkı ise kalplerin hareketiyle olur.”

Nakşibendî tarikatının esasları iki ana başlıkta toplanır. Kime bu iki esas verilmişse bütün hayırlar verilmiş sayılır.

Birinci esas: Bütün hal ve hareketlerde, ibadetlerde, davranış ve ilişkilerde Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) tam olarak ittibâ etmektir. Bu, sahâbe (radıyallahu anhüm) yolunun esasıdır. Çünkü onlar Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) her halinde tâbi olur ve izinden giderlerdi. Oturduğunda onlar da oturur, ayakkabısını veya yüzüğünü çıkardığında onlar da çıkarırdı. O kadar ki Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer (radıyallahu anhümâ) sadece Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) uymak için ayaklarını kuyuya sarkıtmıştır.

Bir gün Hazreti Ömer (radıyallahu anh) Haceru’̈l-Esved’e gelip öptü ve ardından şöyle buyurdu: “Ben senin sadece bir taş olduğunu biliyorum. Fayda veya zarar veremezsin. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”

Tâbiîn neslinin büyüklerinden Nâfi (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurmuştur: “İbn Ömer’in (radıyallahu anhümâ) Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) tâbi oluşunu görseydin onu deli zannederdin.”

Yine tâbiîn devrinin büyük âlimlerinden Mücâhid (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurmuştur: “Bir yolculukta İbn Ömer’le (radıyallahu anhümâ) beraberdik. Bir yere uğradı ve oradan başka bir yere saptı. Neden böyle yaptığı sorulunca da, ‘Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) böyle yaptığını gördüm. Bundan dolayı böyle yaptım’ dedi.”

İkinci esas: Allah Teâlâ ile kulları arasında dini bilme ve anlama hususunda vasıta olan kâmil bir mürşidi sevmektir. Bu sevgi bütün kemâlâtın aslıdır. Çünkü Allah Teâlâ’ya hakiki itaat, ancak O’nun sevgisine götüren bir mürşidi sevmekle hâsıl olur. Rabbi’ni sevdiği zaman da ilâhî emir ve yasaklara itaat kolay ve tam olur.

Nakşibendî tarikatında zikir mertebelerinin ilki olan kalp zikri, başka birçok tarikatta zikir mertebelerinin sonudur. İlk zikir mertebesi olarak genellikle lisan (dil) zikri kabul edilir.

Kalp zikri, hem halvette (yalnızken) hem de celvette (insanlar arasındayken) daima yapılabilir. Bu sebeple demişlerdir ki: Nakşibendî yolu yolların en kolayı ve Allah Teâlâ’ya en yakın olanıdır. Bu yolda halvet, celvette iken olur. Bedenen hazır bulundukları her mekân onlar için zikir ve dua meclisidir. Onların kalpleri Allah Teâlâ ile beraberdir ve O’nun dışındaki her şeyden sıyrılmıştır. Bu hal; dâimî zikir, Allah Teâlâ’ya muhabbet ve O’na kavuşma iştiyakı ile meydana gelir.

 Nakşibendîler özel şekil, nişâne ve elbiselere itibar etmez. Bu tarikata mensup olan birinin özel bir kisveye bürünmesi, birtakım nişâneler taşıması gerekmez. Herkes, şer’i şerife uygun olması şartıyla haline uygun elbiseler giyer.

Nakşibendî tarikatında aşırı derecede aç ve uykusuz kalma yoktur. Aksine bunlarda orta yolu gözetmek esastır.