TASAVVUF KLASİKLERİ
Asr-ı saâdet’ten itibaren devam eden zikir silsileleri, zamanla tarikatları oluşturmuştur. Birçoğu günümüzdeki adları ve yapılarıyla Hicri 6. – Miladi 12. asır ve sonrasında oluşan bu tarikatlar vasıtasıyla tasavvuf İslâm dünyasının her tarafına yayılmış, bir yandan müslümanların canlı bir dinî hayat yaşamasına katkıda bulunurken, diğer yandan pek çok yerde ihtidalara vesile olmuştur.
Zühd ve tasavvufu benimseyerek yaşayan kimseler, zamanla bu yaklaşımı kitaplaştırma ihtiyacı duydular. Ancak bu eserlerin incelenmesinden, müelliflerin farklı çıkış noktalarından hareketle kitaplarını kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim birçok eserin niçin yazıldığı, hangi maksat ve hedeflere matuf olduğu müellif tarafından doğrudan dile getirilmiştir.
Buna göre, tasavvufî eserlerden bazıları dönemlerinde tartışılan konulara açıklık getirmek maksadıyla kaleme alınmıştır. Bazı müellifler eseri telif etme sebeplerini belirtirken, bazıları bu konuda bir açıklama yapmamışlardır. Ancak müellifin yaşadığı dönemin özellikleri ve eserin muhtevası incelendiğinde bu konuda fikir sahibi olmak mümkündür.
Tasavvuf ve sûfîler hakkında toplumun değişik kesimlerinde görülen ifrat ve tefritin, küçümseme ve yüceltmelerin, bilgisizlikten kaynaklanan yanlış anlayışların sahih bilgi ile düzeltilmesi de bu eserlerin telif nedenlerindendir. Bu şekilde müellifler tarafından tasavvufun, Kur’an ve Sünnet’e uygun, meşruiyeti olan bir yol ve ilim olduğunu ortaya koymak istenmiştir.
Tasavvufun ilk kaynakları Arapça yazılmış, daha sonra Ebü’l-Hayr, Hücvîrî, Senâî, Ferîdüddin Attâr, Mevlânâ, Molla Câmî gibi müelliflerin Farsça telifatıyla Farsça da tasavvuf dili haline gelmiştir. Ahmed Yesevî hazretlerinin tasavvufî anlayışını Türkçe ifade etmesiyle birlikte buna Türkçe de eklenmiş, Anadolu’da başta Yunus Emre olmak üzere birçok sûfînin şiirleri ve eserleriyle Türkçe tasavvuf dili olarak yaygınlaşmıştır. Allah Teâlâ cümlesinden razı olsun, sırlarını mukaddes kılsın.