Et-Taarruf

Ebû Bekir el-Kelâbâzî kuddise sırruhû, nisbesini Buhara’nın bir mahallesi olan Kelâbâz’dan almaktadır. Tasavvufla ilgili iki önemli eseri olduğu halde, sûfîleri anlatan tabakat kitaplarında kendisine yer verilmemiştir. İbn Kutluboğa ve Leknevî gibi, daha ziyade Hanefî fıkıh âlimleri hakkında bilgi veren müellifler, bir Hanefî fakihi olması dolayısıyla ondan söz ederler.

Sûfîliğin başlangıç dönemine dair değerli bilgiler ihtiva eden Taarruf, dinin zâhir hükümleriyle sûfîlik arasında ortak bir temel oluşturmak, bu alanda yaşanılan karmaşanın çözümüne katkı sağlamak ve bu yola girmek isteyenlere rehberlik etmek amacıyla kaleme alınmıştır. Tasavvuf konusunda erken dönemde yazılmış eserlerden biridir. Tasavvuf tarihinde etkili olmuş, üzerine şerhler yazılmış ve erken bir dönemde Farsça’ya tercüme edilmiştir.

Taarruf, kendinden önce oluşan sûfî düşünceyi dikkate alan ve o birikimi özlü bir anlatımla bize aktaran, muhalifleri tenkit yerine doğruları ortaya koyma yöntemini benimseyen bir eserdir. Döneminde en çok tartışma konusu olan mevzuları işlerken bile, Sünnî görüşe muhalif mezheplere karşı keskin ve mücadeleci bir yaklaşımı tercih etmemiştir.

Müellif, eserin giriş kısmında sûfî olmadıkları halde sûfî görünen istismarcılardan şikâyet eder; gerçek sûfîliğin yok denecek kadar azaldığını söyler. İlk dört bölümde sûfîlik ve sûfîler hakkında özet bilgiler verilmiş, ikinci kısımda sûfîlerin inanç konularındaki kanaatleri anlatılmıştır. Kelâbâzî bu bilgileri vererek sûfîlerin akaid konularında Ehl-i sünnet mezhebini takip ettiklerini gösterir ve onları savunur. Üçüncü kısımda bazı tasavvufî haller ve makamlar kısaca anlatılır. Dördüncü kısım vecd, fenâ, sekr, mârifet, tecellî ve tevhid gibi tasavvufun özünü oluşturan hususlar ve terimlere dairdir. Beşinci kısım riyâzet, insanlarla münasebetler, ilham, rüya, keramet ve semâ gibi konuları ihtiva eder. Bu konularda verdiği özlü bilgilerle Sünnî tasavvufun varlığını ortaya koyduğu için, “Taarruf olmasaydı tasavvuf bilinmezdi” denilmiştir.

Taarruf, alanında kendisinden sonra izlenen ve önemsenen bir çığır açmıştır. Bir taraftan şeriat dışı tasavvuf cereyanlarının faaliyetlerini yoğunlaştırdığı, diğer taraftan tasavvufun kökten reddedildiği bir dönemde, Sünnî tasavvufla Sünnî akîde arasında bir tenakuz olmadığı gerçeğini ortaya koymayı amaçlamıştır. Sahasındaki ilk sistematik eser olma özelliği yanında, tasavvuf ve tarihi konusunda kaynak kabul edilen önemli bir klasik eserdir.