Derviş
Farsça bir kelime olan “derviş”in hangi kökten geldiğine dair muhtelif rivayetler vardır. Bunlar “kapı önü” anlamına gelen “der-pîş”, “aramak ve istemek” anlamındaki “der-yûz” ve “inci gibi” anlamına gelen “dür-vîş” olarak sıralanabilir.
Bu manalar düşünüldüğünde dervişin Hakk’ın kapısında bekleyen, hiç kimseden bir beklentisi olmayan, dünya ile arasına mesafe koymuş ve Allah Teâlâ’ya sonsuz derecede muhtaç olduğunun idrakinde bir Hak yolcusu olduğu ortaya çıkar.
Derviş kapı eşiği gibidir, ayaklar altında kalsa da sesini çıkarmaz. Kimseden şikâyet etmez. Bir meclise girdiğinde kendine yer aramaz, kapının önüne sessizce oturuverir. Geldiğinden ve gittiğinden kimsenin haberi olmaz.
Derviş, insanlardan hiçbir şey beklemediği için gerçek hürriyete kavuşmuş kişidir. O’nun alışverişi Rabbi iledir. Hakk’ın kendisini daima gördüğünün bilincinde olduğu için “ihsan” üzere yaşar. Tasavvuf ehli, derviş kelimesiyle neredeyse aynı manalara gelen zâhid, fakir ve sûfî kelimelerini de kullanmaktadır.
Aslında her insan Allah’a muhtaç olduğu için acizdir, fakirdir. Fakat önemli olan insanın bu hali idrak etmesidir. Dünya malı ve mevkiler, kişiye Allah’a karşı fakir olduğunu unutturabilir. Hâlbuki yaratılmış olmak aynı zamanda muhtaç olmak demektir. İşte dervişler bu muhtaçlığını sadece Allah’a itiraf etmiş ve O’na yönelerek zenginliğe kavuşmuşlardır. Hakiki fakirliğe ulaşan derviş, ilahî yakınlığa ermiştir.