Rabıta

Sözlüklerde “iki şeyi birbirine bağlayan bağ, münasebet, alâka, ulaşma” gibi anlamlara gelen “râbıta”, tasavvufî bir kavram olarak kâmil ve mükemmil (ermiş ve erdiren) bir mürşide kalbi bağlamaktır. Râbıta tasavvufta bir usuldür ve tarikatlara ya da aynı tarikatın farklı kollarına göre uygulanma biçiminde farklılıklar bulunur. Mevlâna Hâlid Bağdâdî kuddise sırruhû hazretleri râbıtayı şöyle tanımlar; “Müridin fenâfillâh makamına ulaşmış olan şeyhinin suretini hayalinde saklamak suretiyle onun ruhaniyetinden feyz alması ve istimdad dilemesinden ibarettir.”

Râbıtada mürşidin sureti hayalen tasavvur edilir. Böylece zamanla mürşidin kemalâtından müridin kendi kabiliyetince hissedar olması öngörülür. Nihayetinde hali mürşidi ile aynîleşen müridin içi ve hal hareketi güzelleşir, olgunlaşır.

Aslında insanın daima bir tür rabıta halinde olduğunu söylemek mümkündür. Sürekli bir şeyleri düşünür, birilerini hayal eder. Bunlar güzel ve hayırlı olabileceği gibi süflî de olabilir. Kalben veya hayalen süflî şeylere odaklanmak kişinin zihnini, kalbini kirletir, nihayetinde ahlâkını bozar. Aynı şekilde ulvî şeyleri düşünmek, hayale getirmek ise hallerin olumlu yönde değişimini sağlar. İşte insan tabiatının bu özelliğini bilen sûfîler bir terbiye usulü olarak râbıtayı ihdas etmişlerdir.

Diğer taraftan tahkike giden yol genellikle taklitten geçer ve insan aşama aşama gelişir. Bu noktada bir usul olarak râbıtanın önemi ortaya çıkar. Râbıta ile insanın çocuklukta anne babayı taklit ile başlayan ve sonrasında bilerek ya da bilmeyerek devam ettiği model edinme özelliği disipline edilmiş, hayırlı bir hedefe yönlendirilmiş olur.

Sûfîler, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe 119) ayet-i kerimesinin rabıtaya delil olduğunu söyler. Hâce Ubeydullah Ahrâr kuddise sırruhû hazretleri bu ayet-i kerime ile ilgili şöyle demektedir:

“Buradaki ‘kûnû: olun’ emri, sâdıklarla mutlak manada ve devamlı bir beraberliği ifade eder. Hakiki beraberlik, fizikî olarak sâdıklarla aynı ortamda bulunmaktır. Fakat beraber olmanın bir de ‘hükmî’ olanı vardır. Bu da onlarla aynı mekânda olmanın mümkün olmadığı zamanlarda sûretlerini ve hallerini tahayyül ile onlarla hayalî, fikrî ve kalbî bir beraberliği temin etmektir.”