Yakîn
Yakîn kelimesi sözlüklerde “kesin ve açık bilgi, şüphe ve tereddütten uzak olarak bir şeyin hakkıyla bilinmesi, bir bilgi hususunda net ve kararlı olmak” şeklinde tarif edilir. Tasavvufî bir kavram olarak ise “imanî hususlarda kalbin itminan bulması, imanın kemâle ermesi, delile ihtiyaç duymadan kalp ile müşahede” gibi manalara gelir ki, bu imanın gücünü gösterir. Yakînin zıddı ise şüphedir ki Cüneyd-i Bağdadî kuddise sırruhû, yakîni “şüphenin ortadan kalkması” olarak tanımlar.
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, yakîn ile ilgili şöyle buyurur: “Yakînen inananlar için yeryüzünde (Allah’ın kudretini gösteren) nice deliller vardır.” (Zâriyat, 20) Bir başka ayet-i kerimede ise “Biz, yakînen inanmak isteyenlere âyetleri açıkladık.” (Bakara 118) buyurur.
Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak İbn Acîbe el-Hasenî rahmetullahi aleyh tefsirinde şöyle der: “Kimin basiret gözü, özel tevhid nuruyla boyanmışsa, nereye baksa sadece Hakk’ın tecellilerini görür, ancak Hakk’ı tanır. Bütün varlıkların Allah Teâlâ ile var olduğunu ve varlığını devam ettirdiğini görür. Hatta Allah Teâlâ ile birlikte hiçbirinin gerçekte bir varlığa sahip olmadığını görür. Allah Teâlâ kimin kalp kulağını açarsa o kimse doğrudan Hak’tan işitir, Hak ile işitir.”
“Nasıl yakîn sahibi olunur?” diye sorulduğunda Veysel Karânî rahmetullahi aleyh; “Allah Teâlâ’nın senin için seçtiği şeye gönülden razı olmak, kendini tamamıyla O’na kulluk etmeye vermek ve diğer bir şeyle meşgul olmamak ile...” cevabını vermiştir. Yani yakîn, kulluğa sabırla devam etmekle ortaya çıkan bir makamdır. Ayrıca kul, başına gelenler sebebiyle Allah Teâlâ’dan razı olmadıkça yakîne eremez. İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû hazretleri ise; “İnsanların yaratılmasının sebebi emrolunan ibadetleri yapmaktır. İbadetleri yapmak da imanın hakikati olan yakîni elde etmek içindir.” buyurarak, yakînin müminin hedefi olduğunu belirtmiştir.